8’İNCİ TÜRK ZİRVESİ’NİN ARDINDAN: “TÜRK DİLİ KONUŞAN ÜLKELER”DEN “TÜRK DEVLETLERİ”NE

22 Aralık 2021 10:41
Okunma
222
8İNCİ TÜRK ZİRVESİNİN ARDINDAN:  “TÜRK DİLİ KONUŞAN ÜLKELER”DEN “TÜRK DEVLETLERİ”NE

8’İNCİ TÜRK ZİRVESİ’NİN ARDINDAN:
“TÜRK DİLİ KONUŞAN ÜLKELER”DEN “TÜRK DEVLETLERİ”NE
Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN
12 Kasım 2021 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen Türk Dili Konuşan Ülkeler İş Birliği Konseyi 8’inci Zirvesi, Türk dünyasındaki gelişmelere paralel olarak, önemli kararların alındığı bir toplantı olarak tarihe geçmiştir. Bilindiği üzere, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılması sonrasında, “Türk Devlet Başkanları Zirvesi” toplantılarıyla temelleri atılan Türk Dili Konuşan Ülkeler İş Birliği Konseyi, 2-3 Ekim 2009’daki Zirve toplantısı ile kurulmuştur. 3 Ekim 2009 tarihli Nahçıvan Anlaşması, kısa adı Türk Keneşi  olan bu uluslararası örgütün kurucu antlaşmasıdır. 3 Ekim de “Türk Birliği Günü” olarak kabul edilmiştir.
Nahçıvan Anlaşması’nın bütününe ve özellikle 10’uncu maddesine göre bir uluslararası hukuk kişisi olan, yani uluslararası hukuk düzeni içinde haklara ve yükümlülüklere sahip olma kapasitesi bulunan Türk Keneşi, sürekli nitelikte bir uluslararası örgüttür. Zira Nahçıvan Anlaşması’nın 22’nci maddesinin ilk fıkrasına göre bu antlaşma, süresiz olarak akdedilmiştir. Öte yandan Türk Keneşi, yalnızca Türk dili konuşan devletlere açıktır. Bir başka deyişle Türk Keneşi’ne üye olabilmek için resmî dili, Türk dil ailesine mensup bir devlet olmak gerekmektedir. Nitekim Nahçıvan Anlaşması’nın 22’nci maddesinin üçüncü fıkrasına göre örgüt, sadece Türk dili konuşan ülkelerin katılımına açıktır.
Türk Keneşi’ne bakıldığında, genel kapsamlı bir kuruluş olduğu görülmektedir. Nahçıvan Anlaşması’nın 2’nci maddesindeki iş birliği alanları incelendiğinde, hayatın hemen her alanını kapsayan bir yaklaşım dikkat çekmektedir. Dış politika, güvenlik, ticaret, enerji, gümrük, ulaştırma, turizm, sağlık, spor, çevre, basın ve iletişim, kültür, eğitim ve bilim gibi alanlarda iş birliği, Türk Keneşi’nin temel amaçları arasındadır. Dolayısıyla çok yönlü ve çok katmanlı bir işbirliği hedefi söz konusudur. Ayrıca Türk Keneşi, yalnızca Türk dünyasına yönelik olarak kurulmuş, ilk ve tek uluslararası örgüttür. Ortak kökler üzerinden iş birliğini esas alan, uluslararası hukuka bağlı, barışçıl, bütüncül ve kapsayıcı bir bakış açısına sahiptir. Nahçıvan Anlaşması’nın giriş kısmı, bahsi geçen bakış açısını açık bir şekilde yansıtmaktadır.   
Türk Keneşi, uluslararası hukukta “şemsiye örgüt” şeklinde tabir edilen bir yapıya da karşılık gelmektedir. Nahçıvan Anlaşması’nın 4 ve 15’nci maddelerinden hareketle Türk Keneşi, bazı kuruluşlarla sürekli ilişkiler kurmuştur. Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY), Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA), Türk Akademisi, Türk İş Konseyi, Türk Kültür ve Miras Vakfı gibi tüzel kişilikler, Türk Keneşi’nin ilişkili kuruluşlarıdır. Bir başka deyişle bu kuruluşlar, 2’nci maddedeki iş birliği alanlarının somut izdüşümüdür.
Yukarıda kısaca genel özelliklerini özetlediğimiz Türk Keneşi’nin İstanbul’da toplanan 8’inci Zirvesi ise Türk dünyası bakımından dönüm noktası teşkil eden bir toplantı olmuştur. Zira bu toplantıda, önemli kararlar alınmıştır. Bahsi geçen toplantıdaki kararlardan biri de örgütün adının “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirilmesi kararıdır. “Türk dili konuşmaktan”, “Türk devleti olmaya” evrilen anlayışın Türk dünyasında kabul görmesi, büyük bir zihniyet değişimine işaret etmektedir. Zira 1992 yılında başlayan zirve toplantıları, “Türk Devletleri” ibaresi ile başlamış ancak daha sonra “Türkçe Konuşan Devletler”, “Türkçe Konuşan Halklar” ve en son olarak “Türk Dili Konuşan Ülkeler” şekline dönüşmüştür. 2009’da kurulan örgütün adı da Türk Dili Konuşan Ülkeler İş Birliği Konseyi olarak kabul edilmiştir. Bu durumun ortaya çıkmasında, Stalin’in “milletler politikası”nın eski SSCB coğrafyasındaki etkisi ciddi rol oynamıştır. Bahsi geçen bu politikaya göre millî bir kimlik olarak “Türk kavramı”, sadece Türkiye Türklerine ve Ahıska Türklerine ait kabul edilmiş; “Türkçe” ise sadece Türkiye Türkçesi’ni ifade edecek şekilde dayatılmıştır. Türk boylarının adlarını (Azeri, Türkmen, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Başkurt, Kumuk, Karaçay, Balkar, Nogay, Çuvaş, Gagavuz, Hakas, Altay, Tuva, Yakut, vb.) ayrı birer millî kimlik, Türk lehçelerini ise ayrı birer dil (Azerice, Türkmence, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Tatarca, Başkurtça, Kumukça, Karaçayca, Balkarca, Nogayca, Çuvaşça, Gagavuzca, Hakasça, Altayca, Tuvaca, Yakutça, vb.) olarak dayatan söz konusu politikanın değişimi, zaman alacak bir iştir. SSCB Dönemi’ni yaşamamış ve o etkinin zayıfladığı dönemde, daha çok 2000 sonrası doğan nesiller için tamamen gerçekleşmesi daha mümkün olan bu yaklaşım, yavaş yavaş hayata geçmeye başlamıştır. Bu sebeple “Türk devletleri” ibaresinin kabulü ve örgütün resmî adında yer alması, çok önemli ve ciddi bir başlangıçtır.  
8’inci Zirve’de alınan “Türk Dünyası 2040 Vizyonu” kararı da çok dikkat çekicidir. Türk Keneşi’nin gelip geçici heveslerin ya da konjonktürün bir sonucu olarak ortaya çıkmadığını, uzun vadeli hedeflere sahip olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Kurucu antlaşması olan Nahçıvan Anlaşması’ndaki temel amaçların hayata geçirilmesine yönelik olarak alınan bu karar ile birlikte Türk Keneşi, yoluna daha emin adımlarla devam edecektir. Oldukça umut verici bu gelişmelerin yanında, İstanbul’da toplanan 8’inci Zirve ile Türkmenistan’ın gözlemci olması da önemli bir aşamadır. Türkmenistan’ın izlediği “tarafsızlık politikası” sebebiyle bugüne kadar Türk Keneşi’ne üye olmaması, hatta gözlemciliğe bile yanaşmaması, bir eksiklik olarak değerlendirilmekteydi. Uluslararası hukuk açısından tarafsız devletler bakımından getirilen kısıtlamalar, Türk Keneşi gibi bir örgüte üye olmaya engel teşkil etmemesine rağmen Türkmenistan, üye olmamayı tercih etmişti. Gözlemciliği kabul etmesiyle birlikte, Türkmenistan’ın üyeliği de öngörülebilir bir gelecekte söz konusu olacaktır. Zira uluslararası örgütlerde gözlemcilik, zaman zaman tam üyelik aşamasına geçiş süreci olarak da görülmektedir. Türk Keneşi’nde “Türk aile fotoğrafı”nın tamamlanması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) de en azından gözlemci olarak kabul görmesiyle sağlanacaktır. İsim değişikliğinden sonra kaçınılmaz olan bu durum, üye devletlerin diğer uluslararası örgütlerdeki tercihiyle de uyumludur. Zira Türk Keneşi’ne üye devletlerin tam üye olarak yer aldığı İslam İş Birliği Teşkilatında (İİT) ve Ekonomik İş Birliği Örgütünde (EİÖ) KKTC gözlemci olarak yer almaktadır. Bir başka deyişle Türk Keneşi üyeleri, İİT’de ve EİÖ’de, KKTC’nin gözlemci devlet olarak yer almasını kabul etmişlerdir. Dolayısıyla KKTC’nin Türk Keneşi’nde gözlemci olarak yer alması, üye devletler bakımından iç tutarlılık da sağlayacaktır. Ayrıca ifade edilmelidir ki Türk aile fotoğrafının gerçek anlamda tamamlanması, Türkmenistan ile KKTC’nin tam üye olarak yer almasıyla gerçekleşecektir. Yakın bir gelecekte bu durumun gerçekleşmesi, işbirliğinin ve “Türk dünyası” kavramının daha anlamlı hâle gelmesine hizmet edecektir. Böylesi bir adım, KKTC’nin tanınması politikası bakımından da ciddi bir katkı yapacaktır. Türk Keneşi’nin geldiği bu noktada, Ülkücü Hareketin ve onun yegâne siyasi temsilcisi olan MHP’nin öngörü kabiliyetinin önemi bir kere daha anlaşılmaktadır. Türk devletinin Türk dünyasına yönelik kurumlaşma çabalarında “büyük ülkü davası”nın etkisi, artık açıktır. 1992 yılında TİKA’nın ve 2010’da YTB’nin kurulması, 2009’da da Türk Keneşi’ne öncülük edilmesi, köklerini kadim Türk kültüründen alan MHP’nin dış politika yaklaşımının haklılığını tescil eden ve Türk devlet aklının Ülkücü Hareketin çizgisine geldiğini gösteren kararlardır. Temel tezleri bir bir doğrulanan partimizin, mimarı olduğu Cumhur İttifakı ile birlikte bir devlet politikası hâline dönüşen “Ankara merkezli ve önemli oranda Türk dünyası eksenli dış politika yaklaşımı”, somutlaşmakta ve her alanda iş birliğine dönüşmektedir.
Türk Devleti için Kızılelma, artık belirginleşmiş ve ufukta görünmeye başlamıştır. Önce resmî söylem hâline gelen, daha sonra da ete kemiğe bürünen bu hedef, gelecek nesillerin Kızılelma’sı olarak beyinlere nakşedilmeli; okul öncesi eğitimden başlamak üzere, her kademede eğitim sisteminin bir parçası olmalıdır. Türk’ün bu Kızılelma’sı, yalnızca Türk’e değil aynı zamanda bütün Müslümanlara ve hatta insanlığın tamamına adalet, huzur ve refah temin edecek yegâne hedeftir. Dolayısıyla 8’inci Zirve’de alınan kararlar, yeni bir dönemin umutlu başlangıcı olarak değerlendirilmelidir. Kısacası, hedefler ile imkânlar arasındaki makas farkı, kalıcı ve hızlı bir şekilde Türk’ün lehine kapanmaya devam etmektedir.