Okunma
1512
KIZILELMA HAKKINDA-I
Umuhanım HÜSEYİNZADE
Birleşmiş Milletler Azerbaycan Halkla İlişkiler Daire Başkanı
Kızılelma Türklerin özellikle Oğuz Türkleri arasında cihan hâkimiyetinin sembolü olarak ifade edilen bir kavram veya düşüncedir. Kızılelma Türklerin yaşadıkları bölgeye göre batı istikametinde fethedilmesi gereken bir semboldür. Bazen bir diyar bazen debir ülkedeki taht veya tapınak üzerinde parlayan, cihan hâkimiyetini temsileden ve saf altından yapılmış kırmızı renkli bu kızıl sembol, yuvarlak ve yahut da top şeklinde görünmektedir.
Bu kızıl top bazen zaferin işareti bazen hâkimiyetin sembolü bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yerin sembolü olarak karakterize edilmiştir. Türklerin çok eski inanç ve törelerine dayanan Kızılelma kavramı, Türkistan arazisinde yani Hazar Denizi’nin doğusundan gelen Oğuzların yüce hedefi, Hazar hakanının ipek çadırının üzerinde hâkimiyetin ifade simgesi olan kızıl topu (Kızılelma’yı) ele geçirmek olmuştur. Buradan İran’da hüküm süren Türk boylarına ve daha sonra Osmanlılara geçmiştir. Osmanlı Türk devletinin Macaristan’da olan Kızılelma’yı bulup ele geçirmesinin ardından fethetmek istedikleri yerlerde bir Kızılelma’nın varlığına inanıp ve bunun uğruna mücadele ettikleri görülmektedir. Türklerin inandıkları tek kavram Tanrı’nın dünya hâkimiyetini kendilerine bahşedildiğine inanmış olmalarıdır. Bunu Bilge Kağan’ın “Tanrı irade ettiği için hakanlık tahtına oturdum dört taraftaki milletleri bir araya topladım.” sözlerinden de böyle anlamak mümkündür. Yine Bilge Kağan’ın ağzından Türk inancı şu şekilde ifade edilmektedir: Türk Tanrı’sı milleti yok olmasın diye atam İlteriş Kağanı ve anam İl Bilge Hatunu yüceltmiştir.
Oğuz Kağan’ın doğduktan sonra ilahî bir nurla beslendiği, tarihî ve efsanevi kaynaklarda söz edilmiştir. Oğuz Kağan, Tanrı tarafından ilahî ve güzel güçlerle yaratılmıştı.Yanındaki hizmetçiler ve ona bütün işlerinde yardım edenler de ayni kaynaktan besleniyorlardı. Gökten indirilmiş Gök-Börü (Bozkurt) Oğuz’un seferleri sırasında ona yol göstermiştir. Oğuz Destanı’nda geçen bu mısralar bunu en iyi şekilde izah etmektedir.
“Ben sizlere oldum kağan
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize buyan
Bozkurt olsun bize uran.”
Tudi Han’ın 598 yılında Bizans İmparatoru Maurikianur’a gönderdiği mektupta, “dünyada yedi iklimin efendisi ve yedi ırkın kağanı ifadesi” ile Tuna Bulgarlarının Hanı Melemir Han’ın Türkler için kullandığı “Tanrı tarafından gönderilmiş Tanrı’ya benzer Melemir Han...” ifadesi Türk milletinin İslamiyet’ten önceki dönemde Allah tarafından kutsanmış olduğu inancını göstermektedir. Bu ve buna benzer çeşitli inançlar Türklerin İslamiyet’i kabul ettikten sonra da davam etmiştir. Türkler kendilerini Tanrı tarafından dünyadaki nizam-intizamı temin etmek için gönderildiklerine inanmışlar. Türkler İslamiyet’ten önceki Gök Tanrı inancı döneminde ve İslami devirde kendilerinin Tanrı tarafından dünyaya hükümsürmek ve adaleti temin etmek için gönderildiklerine ve hayat felsefesinin bu düşünce ile şekillenmesi gerektiğine ihtiyaç duymuşlar.
İslamiyet’ten önce kahramanlara verilen alplık adı, İslamiyet’ten sonraki devirlerde alperen şeklini almış ve bu şekilde hayat bulmuştur. “Benim Türk adını verdiğim ve doğuda yerleştirdiğim bir ordum vardır. Bir kavime öfkelendiğim de onları o kavmin üzerine saldırtırım!” cümlesindeki hadisi kutsi, İslam dünyasında Türkler hakkında söylenen rivayet ve kehanetlere örnektir. Hz. Muhammed’in “Horasan’da Arap olmayan güzel yüzlü hâkim bir insan ortaya çıkacak. Onun adı da aynı benim gibi Muhammed olacak ve Büveyhilerin baskısına son verecek. Horasan’dan Büyük Dervazat’a kadar fetihler yapacak. Irak, İran ve Mekke hutbelerinde adı okunacaktır.” hadisi de “Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın.” denmektedir. Bu tür hadisler bütün İslam dünyasında dilden dile yayılmaktaydı. Çünkü Türk insanının mücadeleci ruhu ve cihan hâkimiyeti ile ilgili idealı ve Tanrı’ya olan inancı sonsuzdu.
Tarih biliminin tespitettiği ve kendine özgü gelişmiş bir medeniyet örneği olan bozkır medeniyeti MÖ 500-700 yılları arsında kurulan ve yaşanan örnek bir medeniyet olarak bilinmektedir. Kızılema’ya sahip olmaları ve demirin gelişmiş bir teknikle işlenilmesi bu medeniyetin önemli özelliklerinden biri olmuştur. Mücadeleci bir kuruluşa sahip olan Türk milleti, bunun gereği olarak ihtiyaçları doğrultusunda seyyar evler, hastaneler ve eğitim merkezleri yapmışlar. Bu durum onların kolaybir şekilde hareket etmelerine ve mekân değiştirmelerine imkân sağlamıştır.Bununla birlikte medeniyetin en önemli faktörü sayılan giyim kuşam ise oldukça sade ve en rahat şekilde olmuştur. Güçlü maneviyatı, muhafazakârlık ve devrimcilik ruhu Türk insanının kuruluşunda öylesine sıkı bir şekilde birleşmişti ki, bu birleşme Türk devletlerinin siyasi-toplumsal hayatında ve hukuki yapısında kendini ön plana çıkararak asırlar boyunca yaşamış ve milletin yaşamasını ve gelişmesini de sağlamıştır.
Bu birleşme Türk milletinin toplumsal kuruluşu ile yakından ilgilidir. Toplumsal yapının çekirdeği olan ailenin sağlam olması, bunun ÜRUĞ boy şeklinde teşkilatlanması ve buradan da devletin doğması ve devlet vasıtasıyla bir milletin ideallerini gerçekleştirilmesi ile sonuçlanmıştır. Aile-üruğ boy ve il-devletin sağlam teşkilatlanması bir taraftan millî idealleri ve düşünce birliğini güçlendirmiş diğer taraftanda Türk ruhundaki dinamizm ve özgürlük düşüncesinin uç noktalarda olması, büyük devletlerin kurulması ile birlikte parçalanmayı da beraberinde getirmiştir. Butür katı devletçilik şekli, kendi aralarında bir yarışa zemin hazırlayarak Türk’ün Kızılelma’ya sahip olma isteğini daha da hızlandırmıştır. Türk milletinin toplumsal kuruluşu ve bu kuruluşu ayakta tutan maddi ve manevi güç,onların Kızılelma’ya doğru yönelmelerinde önemli bir faktördü. Bin yıllarca devam eden ve milletin bilinç altına yerleşen galebe azmi, tarihin bütün devirlerinde yeniden zuhur ederek millete hayat vermiş, onların hayata sağlam bir şekilde bağlanmalarını ve kendi dinamiklerini korumalarına zemin yaratmıştır. Oğuz Han’dan Alparslan Türkeş’e kadar Kızılelma düşüncesi Türk milletinin var olmasına ve yönetim kabiliyetinin en üst seviyede gelişmesine bir kanıttır.
Tarihte de görüldüğü üzere Oğuz Kağan, hâkimiyetinin sembolü olarak kızıl evini kurduktan sonra derhâl sefere çıkmıştır.
İlki Hindistan’ayaptığı seferidir. Hindistan ve Çin ülkelerini topraklarına katan Oğuz Han’ın elde etmek istediği Pekin, onun Kızılelma’sı olmuştur. Karanlıklar ülkesi Çin ve Hindistan ile bütün Orta Doğu ve Kafkasları birleştiren ve burada hâkimiyet kuran Oğuz Han’dan sonra Hunlar tarih sahnesine çıkmışlar.
Batılıların Tanrı’nınkılıcı diye adlandırdığı Atilla’nın hedefi ise Batı olmuştur. Ares kılıcı olarak adlandırılan dünya hâkimiyetinin sahibi olan kılıç, Atilla’nın Kızılelma olarak batıyı seçmesinin en önemli sebeplerinden olmuştur. Abdala-ı Rum Alperen Şeyh Edebalı ve onun damatları Osman Gazi ile Tursun Fakih... Oğuz’un Anadolu’daki Korkut babasıdır. Osman Gazi’ye Selçuklunun bittiğini bildirir ve" Ona sultanlık veren Tanrı, bana hanlık verdi. Eğer minneti bu bayraksa ben kendi bayrağımı alır onunla meşgul olurum. Eğer o, ben Âl-i Selçuk’um derse ben de Gök Alp (Oğuz Han) oğluyum derim. Osmanlı Türk Devleti bu düşünceler ışığında kurulduktan sonra Kızılelma denilen büyük düşüncesinde başarı elde etmiştir.
Osmanlının ilk Kızılelma’sı Anadolu’daki beylikler dönemine son vererek Türk birliğini temin etmek olmuştur. Bunun için çeşitli mücadelelere girişen Osmanlılar kardeş katline kadar varan büyük fedakârlıklar göstermekten kaçınmamışlar. İç çekişmeler ve Moğol İstilası bir taraftan zorlukları beraberinde getirirken diğer taraftanda büyük ideallerin gerçekleşmesi için dinamik bir güç meydana getirmiştir.Yalnız Türk milleti için değil dünyadaki bütün milletler için kavşak noktası olarak bilinen ve kendine özgü özelliklere sahip olan İstanbul, Osmanlının büyük Kızılelma’sı olarak bilinmektedir.
Hakkında çeşitli rivayetlerin dilden dile dolaştığı İstanbul, Fatih Sultan Mehmet’in dâhiyane yönetimi ve olağan üstü iradesiyle Türklerin hâkimiyetine dâhil olmuştur.