EDİTÖRDEN

16 Eylül 2014 16:50
Okunma
1031


IŞİD’in Irak’ta yarattığı kaos, bölgede domino etkisi yapacak, tabiri caizse hırsıza yol belletecek cinsten… Bağdat’taki merkezî hükûmetin otoritesini yitirmesi sonucunda Irak’ın girdiği parçalanma süreci Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü tehdit ediyor. İran’ın ve Suriye’nin de geleceğini yakından ilgilendiren bu süreç, uzun vadede bütün Kafkasya’yı da etkileyebilir.
NATO, işlevini yitirdi gibi. ABD’nin yeni küresel konsepti; mikro milliyetçiliklerin teşvik edilerek etnik azınlıkların uluslaştırılmasını, aynı kökenden toplulukların da din ve mezhep ayrılıklarıyla parçalanıp etkisizleştirilmesini esas alıyor. ABD; Afganistan ve Irak yorgunu, bu yüzden askerî güç yerine “Ayır, buyur.” politikasıyla yeni nüfuz alanları oluşturma peşinde. Vaşington’un silahı demokrasi ve insan hakları. Buna karşılık Rusya, Çarlık dönemindeki geleneksel rolünü yeniden canlandırmaya çabalıyor. Ukrayna krizinde olduğu gibi silahlı kuvvetlerinin caydırıcılığını kullanmaktan çekinmiyor.
ABD’nin Irak’a müdahaleden sonra bu ülkede yarattığı kaos ve tohumlarını attığı ayrışma, Irak’ı neredeyse geri dönülemez bir bölünme sürecine itti. Merkezî Irak hükûmetinin devletin ve toprakların kontrolünü elinden kaçırması sağlandı. Irak’ın bölünme sürecini hızlandırmak için IŞİD öne sürüldü. IŞİD, küresel aktörlerin yeni yerel oluşumlara alan açmak için kullandığı mayın eşeği. Irak bu yolla hızla bölünmeye götürülüyor. Ülkenin kuzeyi zaten peşmergenin kontrolünde. Irak’ın merkezinde Sünni, güneyinde de Şii devleti kurulabileceği varsayımları dile getiriliyor.
Irak hükûmeti IŞİD’in yarattığı tehditle baş edemedi ve ABD askerini topraklarına davet etti. Ne var ki Amerikan askeri yerine Dışişleri Bakanı John Kerry geldi Bağdat’a ve Başbakan Maliki’ye millî mutabakat hükûmeti önerdi. Maliki de bunu reddetti. Çünkü millî mutabakat hükûmeti demek Maliki için son demekti.  
Bu arada IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani Türkiye’ye geldi ve Başbakan Erdoğan’la görüştü. Yapılan ortak açıklamada da ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin tezini destekleyen ifadeler sarf edildi. Zaten ABD’nin dayatmalarının dışında başka seçenek arayacak güçleri de yok cesaretleri de…
IŞİD, Irak’ın kuzeyindeki Kürt oluşumunun işini kolaylaştırdı. Kerkük’te hâkimiyet Mesut Barzani’nin eline geçti.
  ABD’nin Türkiye’de kullandığı mayın eşekleri ise sırtlarındaki Vaşington mızıkacılarıyla şimdilik Suriye’nin kuzeyinde silahlı konser vermekle meşguller. Irak senaryosunun sahneye konmasından en çok kârlı çıkan PKK-PYD oldu. Bölücü örgüt Suriye’nin kuzeyinde yarı bağımsız bir devlet kurduğunu ilan etmekle kalmadı, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde Akdeniz’e uzanan bir kuşağı kontrol altına aldı. Türkiye’yi federatif yapıya hem hazırlamak hem de zorlamak için İKBY dışında PKK tarafından oluşturulmuş bir ayrılıkçı Kürt yapılanmasıyla ülkemizin güneyden kuşatılması sağlandı. Bu sayede bölücü terör örgütü Kandil’den sonra Suriye-Irak-Türkiye sınırının kesişme noktasındaki Şengal Dağı’nda yeni bir üs kurma hazırlığına girişti. Küresel aktörlerin sağladığı müsait ortam sayesinde mızıkacıların Türkiye’deki siyasi kanadının bir eli yağda bir eli balda, bir ayağı İmralı’da diğer ayağı Kandil’de…
Böylece Türkiye’de PKK’nın neden ateşkes ilan ettiği, niçin anaların bir süredir ağlamadığı bir kez daha ortaya çıktı.
İçerde ve dışarıda birbiriyle bağlantılı iki satranç oyunu oynanıyor. Başbakan Erdoğan da içerideki hamlelerini bölgesel gelişmelerin paralelinde yapıyor. Meclise getirilen son sözde çözüm süreci paketi bu hamlelerden biri. Erdoğan, hem hükûmetin PKK’ya verdiği taahhütleri yerine getiriyor hem de cumhurbaşkanlığı seçimleri için yatırım yapıyor. Kendi geleceğini hem Irak ve Suriye Kürtlerinin geleceğiyle hem de PKK’nınki ile birleştiriyor. Tayyip Erdoğan Köşk’e çıktığı takdirde federatif yapılanma için PKK’nın önü tamamen açılacak ve bölücü örgütün elebaşı zaman içinde salıverilerek özgür bir siyasi figür hâline gelecek. Bu arada bölücü başının el konulan kitabı için Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlali kararı alınması, kendilerine ortak gelecek hazırlayanların ümitlerini arttırdı.
Ne yazık ki bu senaryoların içinde Irak ve Suriye’nin ta Osmanlı öncesindeki eski egemen güçleri olan Türkmenler yok. Türkmenlerin durumu kimsenin umurunda değil. Onlara Kürtlerin veya Arapların boyunduruğu altında veya mezhep temelinde kurulmuş bir devletçiğin hegemonyasında yaşamaktan başka seçenek sunulmuyor. Arkasında Türkiye’nin bile durmadığı Türkmenler, kendi egemenlik haklarını arama imkânından mahrumlar. Ne Irak ne de Suriye Türkleri arasında güçlü bir birliktelik ve ortak kimlik bilinci var. Kafkaslardan Irak’a, oradan da Suriye’ye kadar geniş bir coğrafyada hayat süren Türk toplulukları arasında millî kimlik teşekkülüne engel teşkil eden din ve mezhep ayrılıkları belası onların da başında…  
Kanaatimizce Irak’ta olup bitenlerin ve muhtemel yansımalarının daha geniş bir perspektiften ele alınması gerekiyor. Bölgeyi etkisine alan kaosun sadece Orta Doğu açısından değil, kıtalararası ölçekte değerlendirilmesi, çözüm yollarının bu çerçevede aranması icap ediyor. Eğer Türkiye bölgesinde ayakta kalmak ve başat rol üstlenmek istiyorsa yeni bir savunma ve güvenlik konsepti oluşturmalı, bilhassa Türk dilli toplulukların hamisi rolünü üstlenmeli. Değil yaşadığımız bölgede, Anadolu’da bile tutunabilmemiz Türkiye’nin müessiriyet sınırlarını Kafkasya, İran, Irak, Suriye, Kıbrıs ve Balkanlar’dan geçirmesine bağlı.