Alparslan Türkeş’in Milliyetçi-Toplumcu Fikirleri Ve Türk Siyasal Yaşamına Etkileri (1965-1971)

23 Şubat 2019 16:39 Sebahattin Oğuz PUL
Okunma
11210
Alparslan Türkeşin Milliyetçi-Toplumcu Fikirleri Ve Türk Siyasal Yaşamına Etkileri (1965-1971)

Alparslan Türkeş’in Milliyetçi-Toplumcu Fikirleri Ve Türk Siyasal Yaşamına Etkileri (1965-1971)
      Sebahattin PUL

ÖZET
Milliyetçi - toplumcu düşünce Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinde ortaya çıkmış ve devletin kurtuluşunun bu görüşte olduğunu savunmuştur. Ziya Gökalp’ten bu yana sürekli bir gelişim içinde olan milliyetçi-toplumcu düşüncenin Türk siyasal hayatında Alparslan Türkeş’e de etki ettiği gözlemlenmektedir. Milliyetçi - toplumcu düşünce Alparslan Türkeş ile siyaset sahnesine çıkma fırsatı bulmuştur. Bu dönem milliyetçi - toplumcu düşünce için bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü o zamana kadar fikri bir düzlemde olan düşünce, Türkeş’in önderliğinde CKMP-MHP ile çeşitli toplumsal kesimlere ulaşma ve sesini duyurma imkânı bulmuştur.
Türkeş 1965 yılında hazırlamış olduğu 9 Işık Doktrini’nde milliyetçilik ve toplumculuk ilkelerine dikkat çekerek, toplumculuk görüşünü ekonomik ve sosyal olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Bu açıdan Türkeş her fırsatta milliyetçi-toplumcu görüşleri savunmuş, Türkeş’e yakın gençler de çeşitli dernekler ve dergiler aracılığıyla bu düşünceyi benimsemişlerdir. Böylece Ülkücü gençlik teşkilatlarının çıkarmış olduğu süreli yayınlarda milliyetçi - toplumcu düşünce çerçevesinde ülke meseleleri hakkında yazılar yazılmış ve görüşler bildirilmiştir.
Bu çalışma ile Alparslan Türkeş’in fikir ve düşünce hayatında önemli bir yer tutan milliyetçi - toplumcu düşüncenin gelişimi ve Türk siyasal hayatına etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Alpaslan Türkeş, Dokuz Işık, Milliyetçilik, MHP, Ülkücü Hareket

GİRİŞ
    Fransız Devrimi’nden sonra dünyaya yayılan milliyetçilik akımının etkileri en fazla çok uluslu imparatorluklar üzerinde görülmüştür. Çünkü yayılan milliyetçilik akımı imparatorluk içinde bulunan uluslarda mikro milliyetçiliği arttırmış ve imparatorlukların parçalanmasına neden olmuştur. Bu etkilerin hissedildiği çok uluslu imparatorluklardan biriside Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı Devleti de yayılan milliyetçilik akımlarından etkilenmiş ve bunu önlemek için çeşitli fikirler gündeme gelmiştir. Bunlardan birincisi imparatorluğun içindeki ulusları bir araya getirerek tek bir Osmanlı milleti yaratma çabalarıdır yani Osmanlıcılıktır. İkincisi hilafet makamının Osmanlı Devleti’nde olmasından dolayı bütün Müslümanları bir araya getirmek yani ümmetçiliktir. Üçüncüsü ise temelleri Türk milletine dayalı bir siyasi yapı kurmak yani Türkçülüktür.  Milliyetçi - toplumcu düşünce Türk milliyetçiliği ekseninde böyle bir konjonktürde ortaya çıkmış ve Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecini engelleyebileceğini öne sürmüştür.
    Her siyasi fikir, ideoloji kendisi için bir odak noktasını baz alır. Bu bağlamda milliyetçi -toplumcu düşünce için odak noktasını oluşturan yapı millettir.  Millet, tabii ve manevi olmak üzere 2 değer üzerinden tarif edilir. Tabii değerleri; dil, yurt, soy birliği oluştururken, manevi değerleri ise; ülkü, tarih, bağımsız yaşama arzusu ve kültür birliği oluşturmaktadır.  Milliyetçi - toplumcu düşünce milletin, belirli zümre ve sınıflardan meydana geldiğini ve bunların bir bütün olarak aynı amaca hizmet ettiğini düşünmektedir. Bu nedenle herhangi bir sınıf veya zümreyi kendi odak noktasına alan ideolojilere, milletin birliğini ve bütünlüğünü bozduğu gerekçesiyle karşı çıkmaktadır.
    Milliyetçi - toplumcu düşüncenin ülküsü ve gayesi; odağına yerleştirmiş olduğu Türk milletinin, kendi kaynakları ve fikirleri doğrultusunda gelişimini sağlamaktır. Bundan dolayı düşüncenin öngörmüş olduğu devlet anlayışı millî devlettir. Bu düşünceye göre yabancı kaynaklı fikirler, Türk milletinin değerleri ile örtüşmemekte dolayısıyla da devletin gelişip, güçlenmesine fayda sağlamamaktadır.  Millî devletin amacı, milleti oluşturan bütün zümre, sınıf ve fertlerin gerek moral gerekse de ekonomik olarak yükselmesidir. Onun içinde devlet bütün faaliyetlerinde zümre veya sınıf ayırt etmeksizin bu amaca dönük hareket etmek zorundadır.
    Milliyetçi - toplumcu düşüncenin demokrasiye bakış açısında da farklılık mevcuttur. Bilindiği anlamda demokrasi liberalizmin getirdiği bir olgu olmakla beraber fertlere dayanmaktadır. Liberal demokrasiye olan eleştiri milletin tamamını kapsamamasıdır. Farklı bir ifade ile bu demokrasi anlayışının milletin yararına değil, bir avuç servet sahibinin yararına olduğu düşünülmektedir. Buna benzer şekilde komünist sistemlerde ise işçi sınıfının egemenliği mevcuttur. İşte bu noktada millî demokrasi kavramı ortaya atılmıştır. Millî demokrasi toplumu oluşturan bütün yapıların parlamentoda yer alması ve birbirine yakın seviyede temsil edilmesi anlamında kullanılmıştır. Buna göre toplumu oluşturan bütün sınıf ve zümreler ayrı ayrı teşkilatlandırılacak ve karar alma sürecine katılımı sağlanacaktır. 
1) ZİYA GÖKALP VE MİLLİYETÇİ-TOPLUMCU DÜŞÜNCE
Milliyetçilik ve toplumculuk birbirinden ayrılmaz iki düşüncedir. Çünkü birisinin temelinde toplumun ait olduğu millet diğerinin temelinde ise milletin sahip olduğu toplum yer almaktadır. Bu bağlamda iki düşünce birbiriyle bağlantılı ve iç içe geçişmiş bir durumdadır.  Milliyetçi - toplumcu düşüncenin kökenine baktığımızda karşımıza Ziya Gökalp çıkmaktadır. Cemiyetin fertlerden meydana geldiğini belirten Gökalp’e göre toplumculuk; toplumsal ve siyasal gayretlerin temeli olarak tanımlanmaktadır. Aynı zamanda da bir millette toplumcu ruhun oluşması için o toplumun milli bir felakete uğraması gerektiğini düşünmektedir.  Bu görüşe göre önemli olan kişilerin bireysel çıkarları için değil toplumun çıkarları için çalışmaları esastır. Millî felakete uğrayan toplumlarda, oluşacak olan milli ruh ile beraber bireycilik bitecek ve toplumun kendisi önem arz edecektir. Bireyler kendi menfaatleri yerine, toplumsal menfaatleri öne çıkardığı için topluma faydaları dokunacak ve toplumun ilerlemesini sağlayacaktır. Toplumun ilerlemesi ise aynı zamanda bağlı olduğu milletin ilerlemesine etki edecektir. Bu ilerlemenin olması için de toplumun genel olarak bütününü ilgilendiren işlerinin görülmesi gerekmektedir. Fakat toplumda yaşan ferdin, milliyetçi bir düşünce ile toplumun faydasına olan genel işleri yaptığını nasıl anlayacağız? Toplum içinde genel işleri yapan veya yapmaya aday olan kişiler toplumcu mudur? İşte bu noktada Gökalp şu ayrıma gitmektedir:
“O hâlde, genel işlerin toplumsal menfaate uygun bir tarzda yapılması için başka türlü fertler lazımdır. Öyle fertler ki, bunlar hem genel işlere büyük bir alaka göstermeli, hem de bu alakaları ne şahsi menfaatten ne mevki hırsından ve ne de övünme hissinden doğmuş olmamalı; bu alakanın kaynakları yalnız millî, vatani, içtimai ülküler olmalıdır. Yani bu fertler genel işlerde tamamıyla garazsız, menfaatsiz, emelsiz ve hasbi bulunmalıdır. İşte bu seciyeye sahip fertlerin genel işlere karşı besledikleri alakaya toplumculuk denilir.”
    Ziya Gökalp teorisini oluştururken Fransız Sosyolog Emile Durkheim’den etkilenmiştir. Toplumları içinde yaşayan bireylerin dayanışma çeşitlerine göre ikiye ayıran Gökalp bu dayanışma şekline göre onların ilkel mi yoksa gelişmiş mi olduğuna karar vermektedir. Bu sistematiğe göre bir cemiyetin gelişmiş olduğunu toplumun sahip olduğu organik dayanışma kültüründen anlayabiliriz. Organik dayanışma kültürü ise kendisini toplumsal iş bölümünde gösterecektir. “Ayrıca iş bölümü, ekonomik hayatında temelidir. Çağdaş toplumlarda dinsel, siyasal, bilimsel, sanatsal ve ekonomik topluluklar, iş bölümünden doğmuş olan uzmanlık ve meslek topluluklarıdır.’’  Bu da demektir ki toplumculuk sosyal yönü olduğu kadar aynı zamanda ekonomik yönü de olan bir görüştür.
2) ALPARSLAN TÜRKEŞ VE MİLLİYETÇİ-TOPLUMCU DÜŞÜNCE
    Ziya Gökalp’ten bu yana sürekli bir gelişim içinde olan milliyetçi - toplumcu düşüncenin, Türk siyasal hayatında Alparslan Türkeş’e etki ettiği gözlemlenmektedir. Türkeş’in 1965 yılında hazırlamış olduğu “9 Işık”  Doktrini’ne baktığımızda milliyetçilik ve toplumculuk ilkeleri dikkat çekmektedir. Aynı Gökalp’te olduğu gibi Türkeş’te de bu iki ilke birbiri ile bağlantılı ve birbirinin tamamlayıcısı olarak görülmektedir. Ve “Ülkücülük” ilkesiyle beraber doktrinin temelini oluşturmaktadır. Baran Dural’a göre 9 Işık Doktrini’nde dikkat çeken detay milliyetçilik ve Ülkücülük tanımları ile Gökalp’in kültürel milliyetçilik kuramından etkilenilmiş olmasıdır.  Ülkücü hareket içerisinde Gökalp ve onun görüşleri önemli bir yer tutmaktadır. Bu manada Necmettin Hacıeminoğlu’nun, Gökalp için söylediklerine baktığımızda: “Gökalp, sağlam zemine dayanan açık ve sistemli düşüncesi sayesinde, fırtınaya tutulmuş bir gemiyi andıran o günkü Türk cemiyetimi, içinde bocaladığı fikir kargaşalığından kurtarıp sahile çekmiştir.”  şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Aynı şekilde ülkücü gençlik kuruluşlarının düzenli olarak Gökalp’in ölüm yıl dönümünde “Ziya Gökalp’i anma etkinlikleri” düzenlenmesi, ülkücü hareket içerisinde Gökalp’e verilen değeri gösteren başka bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkeş, “9 Işık Doktrini”nde toplumculuğu şu şekilde tanımlamaktadır:
“Her çeşit faaliyetin toplumun yararına olacak şekilde yönetilmesi görüşüdür. İctimai ve iktisadi olmak üzere iki ayrı bölümü kapsamaktadır. Mülkiyeti esas kabul eden, fakat mülkiyeti millet zararına kötüye kullanılmasına karşı olan bir görüşü belirtir. Karma ekonomiyi ve ana stratejik iktisadi faaliyetlerin devlet kontrolünde bulunmasını öngörür. Sosyal görüş olarak sosyal adalet düzeni, fırsat eşitliği, sosyal güvenlik ve sosyal yardımlaşma teşkilatı kurulmasını kabul eder.”
Fakat Türkeş toplumculuk ilkesini Gökalp’e göre daha detaylı bir şekilde ele almıştır. Ona göre toplumculuk sadece yapılacak olan genel faaliyetleri kapsamamaktadır. Aksine yapılacak olan bütün faaliyetlerin toplumun yararına olması gerektiğini düşünmektedir. Türkeş’in toplumculuk görüşü ekonomik ve sosyal yapı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Türkeş Türk milletinin sosyal yapısını açıklarken, toplumu oluşturan fertlerin sosyo - ekonomik koşullara göre dilimlere ayrıldığını belirttikten sonra, bu dilimleri “işçi, köylü, esnaf, memur, serbest meslek sahibi ve işverenler” olmak üzere 6 sosyal dilim ile açıklamaktadır.  Sınıf ayrımını kabul etmeyen bu sistemde bütün sosyal dilimler ayrı ayrı teşkilatlandırılacaktır. Bu teşkilatlanma sayesinde ise kendileri ile ilgili kararların alınması sırasında sisteme katılabilecek ve herhangi bir şekilde bir sınıf hâkimiyeti oluşmayacaktır. Türkeş ortaya koymuş olduğu sistem ile sosyal sınıfların çıkarlarının uyuşmasını ve uyum içinde temsil edilmesini hedeflemiştir.  Bu noktada ilk başta bahsettiğimiz “millî demokrasi” kavramı devreye girmektedir. Nitekim Türkeş, Türkiye’de gerçek mana da siyasi ve iktisadi demokrasinin oluşabilmesi için var olan 6 sosyal dilime dayanması gerektiğini vurgulamıştır. Teşkilatlanma sağlandıktan sonra ise sosyal dilimlerin yapacağı tasarruflar sayesinde yeni bir millet sektörü oluşturulacaktır. Millet sektörünün oluşmasıyla birlikte ekonomik yönden üçlü bir karma ekonomiye geçilecektir. Bu konuda Türkeş’in ifadelerine bakacak olursak;
“Altı sosyal dilimin üretim araçlarına sahip olmasıyla iktisadiyatımızda yeni bir sektör ortaya çıkacaktır. Bu, millet sektörüdür. Milliyetçi düzende Türk iktisadı, üçlü sektöre dayanan yeni bir karma ekonomi düzeni olacaktır. Bu sektörler, devlet sektörü, özel sektör ve millet sektörüdür. Bu vesileyle şurasını önemle belirtelim ki, milliyetçi düzen, özel sektöre düşman değildir. Yalnız, özel sektör, bugünkü başıboş halinden çıkarılıp milli menfaat ve plan hedefleri açısından daha verimli hale sokulacaktır.”
Türkeş’in özel sektörü düzenlemekten kastı tamamen milliyetçi-toplumcu görüş ile alakalıdır. Kendisinin belirttiği gibi özel sektörün milli menfaatlere ve planlara uygun olarak düzenlenmesi demek, özel sektörün aynı zamanda toplumun menfaatlerine uygun olarak düzenlenmesini ifade etmektedir. Çünkü toplum ile millet arasında var olan organik bağ sayesinde milletin gelişmesi toplumu, toplumun gelişmesi ise milletin gelişmesi olacaktır. Aynı zamanda bu görüşler ülkücülük ilkesinin de bir yansıması olarak karşımıza çıkmakta ve kendisini göstermektedir. Çünkü Türkeş’e göre bu düzenleme Türk milletinin daha ileri bir seviyeye gelmesi için gerekli bir adım olarak görülmektedir.
Toplumculuk ile milliyetçilik arasındaki bağlantıyı daha iyi anlayabilmek için toplumcuktan sonra milliyetçiliğin tanımına bakmamız yeterli olacaktır. Türkeş milliyetçiliği şu şeklinde ifade etmektedir: “Her şey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre sözleriyle özetlenebilecek, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türkiye devletine sadakat ve hizmettir.”  Milliyetçilik ile toplumculuk ilkelerinin birbirine bağlanması Türkeş’in doktrininde yer alan diğer bir ilke Ülkücülük ile gerçekleşmektedir. Zira Türkeş Ülkücülüğü: “Türk milletini en ileri, en medeni, en kuvvetli bir varlık haline getirme ülküsü” olarak ifade etmektedir.  Sonuç olarak bireylerin her çeşit faaliyetlerinde toplumun yararını gözetmesi, ister istemez milletin faydasına olacak ve onun ilerlemesini sağlayacaktır. Bu ilerlemenin motor görevini ise Ülkücülük ilkesi gerçekleştirecektir.
Bu bağlamda Türkeş’in oluşturmuş olduğu “9 Işık Doktrini”, Türk milliyetçiliği fikir sistemini dönemin şartlarına göre detaylı bir şekilde, nasıl uygulanacağını açıklayan bir kılavuz olarak görmek mümkün olacaktır.  Bu görüşler ilerleyen zamanlarda, Türkeş’in CKMP ile siyasete katılmasıyla birlikte siyaset sahnesine çıkacak ve gerek siyasette gerekse de toplum nezdinde kendisine önemli bir yer bulacaktır.
3 MİLLİYETÇİ-TOPLUMCU DÜŞÜNCENİN SİYASETE ETKİLERİ
27 Mayıs 1960 Darbesi’nde aktif olarak yer alan Alparslan Türkeş ve arkadaşları, 14’ler olarak bilinen grup ile darbeden uzaklaştırılmış ve yurt dışına sürgüne gönderilmişlerdir.  815 gün süren sürgün hayatından sonra Türkeş, 22 Şubat 1963 tarihinde yurda dönüş yapmıştır. 24 Şubat 1963 tarihinde ise İstanbul’dan Ankara’ya gelen Türkeş’i, aralarında “Türk Ocakları, Türkçüler Derneği, Üniversiteliler Kültür Derneği” gibi, milliyetçi derneklerin mensuplarının da bulunduğu kalabalık bir grup karşılamıştır.  Türkeş’in siyaset sahnesine çıkması 31 Mart 1964 yılında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) saflarına katılması ile gerçekleşmiştir. Türkeş parti içerisinde, önce Parti Genel Müfettişliği yapmış ve 31 Temmuz 1965’te ise CKMP Genel Başkanı seçilmiştir.  1960’lı yıllarda ülkede hukuki olarak kurulmuş Marksist bir parti bulunmasına rağmen milliyetçi bir partinin kurulması 1965 yılında gerçekleşmiştir.  Alparslan Türkeş’in CKMP’nin Genel Başkanı olması milliyetçi - toplumcu düşünce için bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü o andan itibaren bu düşünce, fikri düzlemden çıkarak kendisine siyaset arenasında yer bulmuştur. Bu konuda Turgay Uzun’un CKMP’nin dönüşümünü içeren yorumuna bakmakta fayda vardır:
“Bu tarihten önce de CKMP milliyetçi ve muhafazakâr nitelikte bir partiydi, ancak milliyetçi-Türkçü ideolojinin bir siyasal ideoloji olarak temel alınması olgusu, Alparslan Türkeş ve ekibinin bu partiye girmesinden sonra olmuştur. Bu bağlamda Alparslan Türkeş’in CKMP’ye egemen olması, önceleri daha çok kültürel nitelikli küçük örgütlenmelerin oluşturduğu milliyetçi hareketi bir parti aracılığı ile siyasal hayata taşımış ve milliyetçi ideoloji bu parti sayesinde siyasal hayat içinde kurumlaşma sürecine girmiştir.”
İlerleyen süreçte Türkeş tarafından oluşturulan “9 Işık Doktrini’nin, CKMP’nin parti programında yer aldığı görülmektedir. Parti genel başkanlığı ile gelen avantajlar; doktrinin, propagandasının yapılmasını kolaylaştırmıştır ve toplumsal tabana yayılmasını sağlamıştır.
Milliyetçi - toplumcu düşünce kalkınma ve gelişmenin kaynağını ithal olmayan, yerli ve millî olan bir fikir ile olabileceğini savunmaktadır. Yabancı ideolojiler topluma hizmet etmek yerine, onu sömürmek için bir araç olarak kullanılmakta ve toplumun zararına olduğu düşünülmektedir. Bu düşünceye göre yabancı kaynaklı ideolojiler ile ne Türk milleti ne de Türkiye Cumhuriyeti bir ilerleme kaydedemeyecektir. Türkeş her fırsatta bu konu hakkındaki görüşlerini söylemiş ve Türk milletini fikir olarak Türk milliyetçiliğine, siyasi parti olarak CKMP’ye, doktrin olarak da “9 Işık” doktrinine davet etmiştir. Yapılan propagandalar ile milliyetçi-toplumcu düşüncenin geniş kitlelere ulaşması için çaba gösterilmiştir. Bu konuda Türkeş’in 02.06.1966 tarihinde Taksim’de yaptığı konuşma dikkat çekmektedir:
“Türkeş konuşmasında ‘Yabancı doktrinlerin basmakalıp uygulanması, Türkiye’yi 2 bin yıl geri bırakmıştır. Bundan daha zararlı olan komünizmi de sokmak isteyenler vardır. Bunlar satılmış ajanlar değilse, gaflet içindeki kimselerdir’ demiştir. Türkeş kurtuluş yolunun, ‘Dokuz Işık Doktrininde’ olduğunu söylemiştir.”
Ayrıca Türkeş’in, Osman Yüksel Serdengeçti’nin CKMP’ye kaydolması sırasında İstanbul İl Merkezindeki törende yaptığı konuşmaya bakmak yerinde olacaktır:
“Türkiye’nin kurtuluşu yüzde yüz yerli ve milli bir doktrin sayesinde olacaktır. Bu doktrin de CKMP’nin dokuz ışık teorisidir. Çok uzak değil, yakın bir gelecekte hep birlikte iktidara doğru yürüyeceğiz. Bizim için gerçek hedef iktidar değil, Türkiye’nin modern milletler seviyesine çıkarılmasıdır. Biz kapitalizmin de komünizminde düşmanıyız.”
Bu dönemler “9 Işık Doktrini’nin siyaset sahnesine çıktığı ve topluma anlatıldığı zamanlar olarak dikkat çekmektedir. Aynı zamanda CKMP hızlı bir şekilde Türkiye genelinde teşkilatlanma çabasına girmiştir. 1961 anayasasının getirdiği özgürlükler gerek siyasal gerekse de toplumsal olmak üzere kendisini birçok alanda hissettirmiştir. Özgürlükler sayesinde dernekleşme ve sendikal faaliyetler gözle görülür bir biçimde artmıştır. Bu faaliyetler bir yandan toplumun çeşitli alanlarda organize olmasını sağlarken bir yandan da onlara siyasal bir bilinç sağlamaktadır. Teşkilatlanma çabalarının temelini ise genelde ülkedeki genç nüfusun oluşturduğu gözlemlenmektedir. Dönemin konjonktürüne bakıldığında açıkça görülmektedir ki gençler siyasette aktif olarak yer almakta ve ülke çapında birçok politik eylemlerde bulunmaktadırlar. İlerleyen zamanlarda bu teşkilatlanma çabaları yavaş yavaş kendisini göstermeye başlamış ve milliyetçi-toplumcu düşüncenin gençlik üzerinde olan etkisi azımsanmayacak derecede artmıştır.  Öyle ki CKMP’li gençler tarafından sık sık “Dokuz Işık Yürüyüşleri” düzenlenmiş ve bu yürüyüşler ulusal basında yer almıştır. Bunlardan bir tanesi de Hürriyet Meydanı ile Taksim arasında yapılan yürüyüştür. CKMP Gençlik Kollarının düzenlediği bu yürüyüşte “Başbuğ Türkeş” ve “Milliyetçi Türkiye” sloganlarını kullanmıştır.
1969 yılının 8-9 Şubat günlerinde CKMP Adana Kongresi yapılmış ve bu kongrede partinin ismi ve amblemi değişmiştir. Kongre öncesi halkın ilgisini çekmek için “9 Işık” yürüyüşlerine benzer bir şekilde gösteri yapılmıştır. Yapılan değişiklikler ile CKMP’de uzun süredir devam eden ideolojik ve örgütlenme konularındaki farklılıklar son hâlini almıştır. Parti isminin Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirilmesi, milliyetçi - toplumcu düşüncenin fikri düzlemden çıkarak siyasal bir hareket olarak baş göstermesinin bir tezahürüdür. Ayrıca bu kongrede CKMP parti programının omurgasını oluşturan ve Türkeş’in her fırsatta topluma anlattığı “9 Işık Doktrini” parti programı olarak kabul edilmiştir. Türkeş partinin isminin değişmesinden sonrada milliyetçi-toplumcu görüşleri topluma yaymaya devam etmiş ve bu görüşler siyasette her geçen gün etkisini arttırarak devam ettirmiştir.
Ayrıca CKMP’nin MHP’ye dönüşmesi, daha önceden kurulan milliyetçi dernekleri ona yakınlaştırmış ve MHP ile hareket etmesine zemin hazırlamıştır. Bu nokta da Türkeş’in 1944 Irkçılık-Turancılık davasında yargılanması da milliyetçi çevreler içerisinde tanınırlığının artmasını sağlamıştır. Çünkü Irkçılık-Turancılık davası sayesinden Türkeş, Türkçü kişiliği ile tanınmış ve siyasete girmesiyle beraber ön plana çıkmıştır. Bu durum ise daha önceden kurulan milliyetçi teşkilatların, Türkeş’in yanında saf tutmalarına olanak sağlamıştır.
Yine bu dönemde CKMP’nin gençlik üzerinde olan etkisini arttırmak ve görüşlerinin ülke çapında yayılmasını sağlamak amacıyla dernekleştiğini görmekteyiz.  1968 yılında CKMP Gençlik Kollarının dışında farklı bir teşkilata ihtiyaç duymuş ve kuruluş aşamasında Dündar Taşer’in de yardımcı olduğu Genç Ülkücüler Teşkilatı (GÜT) bu şekilde ortaya çıkmıştır. Kuruluş amaçlarında partiye propaganda çalışmalarında yardım etmek ve milliyetçi-toplumcu düşünceleri toplum nezdinde geniş kitlelere yaymak ve aynı zamanda da Anadolu’da partiye sempati duyan gençleri bir araya toplamak bulunmaktadır.  Yine bu dönemlerde yükseköğretim de eğitim alan üniversiteli gençler, bağlı bulundukları fakültelerde Ülkü Ocaklarını (ÜO) kurmaya başlamıştır. Üniversitelerde ilk ÜO 18 Mart 1966 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk, Dil, Tarih ve Coğrafya ve Ziraat Fakültelerinde kurulmuş, 1968 yılından itibaren ise bütün üniversitelerde teşkilatlanmaya gitmiştir.  15 Mayıs 1969 tarihine gelindiğinde ise üniversitelerde kurulan ÜO birleşerek, Ülkü Ocakları Birliği’ni (ÜOB) oluşturmuştur.  Bir yandan CKMP - MHP tarafından siyasal alanda milliyetçi-toplumcu fikirler anlatılıp topluma sunulurken bir yandan da kurulan gençlik teşkilatlarının propaganda faaliyetlerine yardım ettiği görülmektedir. 12 Mart 1971 yılına gelindiğinde ülke çapında faaliyet gösteren ÜO şubesi 2300’ü aşmıştır.  Cemiyet hayatını canlı bir organizmaya benzeten Hacıeminoğlu’na göre, ülkücü hareketin bu derece genişleyip büyümesinin sebeplerinden birisi ülkenin içinde bulunduğu şartların tehlikeli ve vahim olmasıdır. Ve Ülkücü hareketi bu noktada vücuda giren mikroba karşı bir panzehir olarak görmekte, farklı bir ifade ile savunma refleksi olarak belirtmektedir.  Bu noktada Hacıeminoğlu’nun tespiti, Gökalp’in belirtmiş olduğu bir millette toplumcu ruhun oluşması için gerekli olan durum ile uyum içinde olduğu görülmektedir. Nitekim ülkenin içinde bulunduğu durum ve şartlar ülkücü hareket açısından bunu gösterir niteliktedir.
1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik özgürlükler kendisini her alanda gösterdiği gibi dernekleşme faaliyetlerinde ve sendikal hareketlerde de göstermektedir. Dönemde hızla artan siyasi kutuplaşma, sol ideolojinin yükselmesi ve gençlik hareketleri, milliyetçi-toplumcu düşünceyi etkilemenin yanı sıra onların kurumsallaşmasını sağlamıştır. Nitekim toplumun yapısına ve devletin ideolojik temellerine ters düştüğü düşünülen sosyalizmin, bu dönemde gelişmesi ve büyümesi, Türk milliyetçilerinin seyretmiş olduğu politikayı etkiler hale gelmiştir.  Dünyanın geneline yayılan ve ileride “68 Kuşağı” olarak adlandırılacak olan gençlik hareketleri Türkiye’ye de yansımış ve kendisini göstermiştir. Dünyada artan sosyo-ekonomik bunalım, öğrencilerin üniversitelerde reform istekleri, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Vietnam işgali ve soğuk savaşın yansıttığı bunalımlar bunda etkili olmuştur.
“Fransa’da başlayan Mayıs 68 Olayları, özgürlük, eşitlik, kadın hakları vb. toplumun her alanında değişimleri hedefleyen toplumsal bir isyan ve mücadeleydi. 1968’de Amerika’da, Vietnam savaşı karşıtlığı ile başlayan, barış taraftarı, farklı bir yaşam tarzını benimsemiş gençlik ‘Hippi’ akımını başlatmışlardı. Ayrıca, 68 Kuşağı’nı harekete geçiren önemli bir olay da; Latin Amerikalı devrimci lider Ernesto Che Guevera’nın 1967 yılında Bolivya dağlarında yakalanarak öldürülmesi olmuştu.”
 Artan öğrenci eylemleri, üniversite boykotları yer yer silahlı çatışmalara dönüşmüştür. Bu dönemde sol görüşlü öğrenciler ülkede birçok eylem yapmıştır. Örnek vermek gerekirse 12 Haziran 1968 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 17 Haziran 1968’de İstanbul Teknik Üniversitesi ve Maçka Teknik Okulu devrimci öğrenciler tarafından işgal edilmiştir.  1971 yılına gelindiğinde ülkedeki üniversiteler fonksiyonunu kaybetmiş ayrıca Latin Amerika’daki şehir gerillalarına özenip onların eylemlerini taklit eden gençler banka soymaya ve Amerika Birleşik Devletlerinin personellerini ve tesislerini hedef alan eylemlere yönelmiştir.   Bu dönemde Ant dergisinin ocak sayısının kapağında 1971 yılının genel grev yıl olması gerektiği söylenerek, 1970 yılında işçi hareketlerinin, boykotların, işgallerin, mitinglerin işçi sınıfının mücadelesine yeni bir boyut kazandırdığı vurgulanıyordu.  Günden güne artan kargaşa ortamı ve ülkedeki siyasal istikrarsızlık 12 Mart 1971 yılında yayınlanan muhtıraya konu olacaktır. Bu dönemde aktif olarak siyasetle ilgilenen dernekler, ülkeye getirilen sıkıyönetim ile kapatılmıştır. Her ne kadar milliyetçi dernekler muhtırayı desteklemiş ve bu yönde demeçler vermiş olsalar dahi kapanmaktan kurtulamayacaktır. Bu dönemde kapatılan dernekler arasında ÜOB  ve GÜT’de bulunmaktadır.  Fakat toplumun politikleşmesi çok büyük boyutlara ulaştığı için, muhtıranın etkisi uzun sürmeyecektir. 1968-1971 yılları arasında ülkücü gençlerin vermiş olduğu mücadeleyi, 1973 yılında dönemin MHP Genel İdare Kurulu üyesi olan Sadi Somuncuoğlu yapmış olduğu radyo konuşmasında, 12 Mart 1971 yılında muhtırası ile ülkücü gençliğin “nöbeti Mehmetçiğe” devrettiğini belirtmiştir.  Açıkça görülmektedir ki milliyetçiler tarafından sosyalizme karşı verilen mücadele bir vatan müdafaası olarak görülmekte beraber, 12 Mart 1971 Muhtırasından sonra mücadelenin Türk Silahlı Kuvvetlerine devredildiği görüşü hakimdir. Nitekim milliyetçi bir yayın organı olan Devlet gazetesi  22 Mart 1971 tarihinde “Komünizm Eziliyor” kapağı ile yayına çıkmış ve açıkça muhtıraya destek vermiştir.
Bu dönemde kendisini milliyetçi-toplumcu olarak adlandıran gençlere ve MHP’ye, Nazizm suçlamaları yöneltilmiştir. Parti ve teşkilatlar her fırsatta Nazizm’e karşı olduğunu, hareketin Nazizm ile bir bağlantısının olmadığını belirtmesine rağmen bu suçlamalardan kurtulamamıştır. Onun içindir ki “milliyetçi-toplumcu” ifadesinin kullanımı daha sonraki süreçte bizzat Türkeş tarafından teşkilatlara gönderilen genelde ile yasaklanmıştır.
SONUÇ
    Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinde ortaya çıkan ve Türk milliyetçiliği ekseninde gelişen milliyetçi-toplumcu düşünce, Türk siyasi hayatında büyük bir etki yaratmıştır. Her ne kadar Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecini önleyememiş olsa bile daha sonra kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturmuştur. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet olarak kurulması ve Türk milletine dayanması bir tesadüf değildir.
    Toplumculuk genel itibariyle sosyalizm olarak algılanmakta ve bu şekilde düşünülmektedir. Fakat görmekteyiz ki Türk milliyetçilerinin toplumculuk anlayışı; herhangi bir zümre veya sınıfa dayanmayan, bütün zümre ve sınıfları içine alarak organik dayanışma kültürü ile onları birleştiren bir yapıdadır. Onun içindir ki odak noktası olarak kendisine milleti koymuştur. Odak noktasına işçi sınıfını koyan ve Türkiye’de özellikle 1965 yılından sonra artarak kendisine taraftar bulan sosyalizmin, Türk milliyetçileri tarafından toplum ve devlet açısından tehdit olarak görülmesi bu durumu kanıtlar niteliktedir. Ayrıca Türk milliyetçiliği ekseninde kurulan ulus devletin, sosyalizme karşı savunulması ve mücadele verilmesi bu refleksin bir başka yönü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkeş ile siyaset sahnesine çıkan milliyetçi-toplumcu düşünce ülkenin gündemini yakından etkilemiştir. Toplumdaki siyasi kutuplaşma, ülkedeki siyasal istikrarsızlık ve artan gençlik hareketleri bunlara zemin hazırlamıştır. Türkeş’in önderliğini yaptığı milliyetçi-toplumcu düşünce, toplumun çeşitli kesimlerine ulaşmış ve özellikle gençleri etkisi altına almıştır. Dönemde görülen artan dernekleşme ise gençliğin politikleşmesini sağlamış ve onları ülke gündeminin içine çekmiştir.
    Türkeş tarafından oluşturulan ve CKMP/MHP parti programı ile millete farklı, üçüncü bir yol olarak sunulan “9 Işık Doktrini”, Gökalp’in görüşleri ile uyuşmakta ve bu görüşleri dönemin koşullarına göre daha detaylı bir şekilde açıklamaktadır. Ayrıca milliyetçi-toplumcu düşüncenin siyasette aktif bir biçimde rol oynaması, düşüncenin fikri düzlemden inerek toplumsal taban kazanmasını sağlamıştır. Nitekim CKMP/MHP ve toplumun çeşitli yaşam alanlarına yayılmış olan ülkücü kuruluşlar (Genç-işçi-memur-esnaf vs.) hareketin toplumsal tabanda yer bulmasına katkı sağlamıştır. Düşüncenin toplumsal tabanda yer bulması ise hareketin kitleselleşmesine olanak sağlamıştır.
Kaynakça
Kitaplar
AHMAD, Feroz, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Kaynak Yayınları, (15. Baskı), İstanbul 2016
AKÇURA, Yusuf, Üç Tarz-ı Siyaset, Lotus Yayınevi, (3.Baskı), Ankara 2008
AKPINAR, Hakan, Kurtların Kardeşliği CKMP’den MHP’ye Ülkücü Hareketin Kısa Tarihi,        Kamer Yayınları, İstanbul 2016
BORA, Tanıl, “Alparslan Türkeş”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 4: Milliyetçilik,        (Ed. Tanıl Bora, Murat Gültekingil), İletişim Yayınları, (5. Baskı), İstanbul 2017, (ss: 686-695)
DURAL, Baran, Pratikten Teoriye Milliyetçi Hareket Cilt 1-2, Bilge Karınca, İstanbul 2011
GÖKALP, Ziya, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, (Haz. Osman Karatay), Ankara 2006
---------------------Türkçülüğün Esasları, (Haz. Halil Sarı), Konya 2008
HACIEMİNOĞLU, Necmettin, Milliyetçilik Ülkücülük Aydınlar, Töre-Devlet Yayınevi, (2.Baskı),    Ankara 1976
KARACA, Kurt, Milliyetçi Türkiye, Emel Matbaacılık (10.Baskı), Ankara 1976
KILINÇ, Erol, İhtilal İhtiras ve İdeal 68 Kuşağı Hakkında, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2008
LANDAU, Jacob M., Türkiye’de Aşırı Akımlar, (Çev. Erdinç Baykal), Turhan Kitapevi,             Ankara 1978
ÖZNUR, Hakkı, Ülkücü Hareket Cilt 1: CKMP’den MHP’ye, Alternatif Yayınları, Ocak 1999.
SATILMIŞ, Alişan–TURHAN, Metin, Ülkücü Hareketin ABC’si, Altınküre Yayınları, Ankara 2002
TURHAN, Metin, Ülkü Ocakları, Bilgeoğuz Yayınevi, İstanbul 2010
TÜRKEŞ, Alparslan, Dava, (Haz. İlhan Bahar), Kamer Yayınları, İstanbul 2014
---------------------------9 Işık, Bayrak Yayınevi (4. Baskı), İstanbul 2000
UZUN, Turgay, Türk Milliyetçiliği ve MHP, Ebabil Yayıncılık, Ankara 2005
Süreli Yayınlar
Ant Dergisi
Devlet
Milliyet
Tezler
ÖZTÜRK, Ali, 1960-1980 Döneminde Milliyetçi İdeolojiyi Savunan Dergi    Muhtevalarının Tahlili (Toprak, Bozkurt, Devlet), (Yayımlanmamış    Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü,    İstanbul 2008.
ŞAHİN, İbrahim, “12 Mart’tan 12 Eylül’e 68 uşağı Öğrenci Hareketleri” (Yayınlanmamış     Yüksek     Lisans Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi     Enstitüsü, İzmir,     2014
İnternet Kaynakları
http://www.ysk.gov.tr, E.T: 13.11.2017
https://www.ulkuocaklari.org.tr/ulku-ocaklari-hakkinda/, E.T: 23.01.2019