Alparslan, Atatürk ve 26 Ağustos

10 Eylül 2018 12:55 Ahmet Deniz AĞCA
Okunma
4248
Alparslan, Atatürk ve 26 Ağustos

Alparslan, Atatürk ve 26 Ağustos
Nesilden nesile aynı ruh ve aynı inanç...
Yıl 1068’i gösterdiğinde Bizans İmparatoriçesi Eudoxie, X. Konstantin Dukas’ın oğullarını tahttan indirmek için komplo hazırlamak suçundan Doğu Roma’da  idama mahkûm edilmiş olan  Romen Diyojen ile evlendi. Eudoxie bu hamlesi ile doğu sınırında artan Türk-İslam tehdidine karşı ülkeyi bir askerin yönetimine bırakmayı tercih etti.
Romen Diyojen, Türk tehdidinden kurtulmak için sefer başlatmış ancak ordusunun verdiği öz güvenle hedefini büyüterek doğudaki tüm İslam ülkelerini hedef olarak belirlemiştir. Amacı artık sadece Türkler değil doğuda bulunan tüm İslam ülkeleriydi. Öyle ki, savaşı kazanacağından emin olan Diyojen, Horasan, Rey, Acem, Arap ve Suriye şehirlerinin idarelerini komutanlarına paylaştırmış hatta bunu kendilerine taahhüt bile etmişti.
Roma ordusu Sivas’ta savaş hazırlıklarını tamamlamak üzereydi. Savaşın hangi stratejiye göre gerçekleşeceği tartışılıyordu. Diyojen’in önüne iki alternatifli bir plan koyuldu. Birinci planı Roma ordusunun en tecrübeli komutanı olan General Nikefor Bryennes ile Türk asıllı savaş stratejisti General Magistors Tarkhal getirdi. Bu iki generalin teklifi Türklere karşı tedbirli ve ihtiyatlı hareket ederek Erzurum’a ilerleyip burada konuşlandıktan sonra Türkleri kışkırtarak üzerlerine çekmek ve savaşın Roma toprakları içerisinde yapmak şeklindeydi. Bu plana göre Roma ordusu sefere çıkarak bir bakıma savunma savaşı yapacaktı. Bu alternatife korkaklık olarak bakan bazı generaller ise hızlıca hareket edilip İran’a doğru yönelinmesi, savaşın Selçuklu topraklarında yapılarak hızlı sonuç alınmasını teklif ettiler. Diyojen, ordusunun gücünü kullanmak ve hızlı sonuç almak istediği için ikinci alternatifi tercih ederek istila ağırlıklı bir strateji izlemeye karar verdi.
Selçuklu Sultanı Alparslan, Roma ordularının harekete geçtiğini öğrenince Mısır Seferi yolundan geri dönerek ordularıyla Suriye’ye doğru yola çıktı. Yeterli hazırlıkları yapmaya vakti olmadığı için casusları aracılığıyla ordusunun Rey şehrinde konuşlandığı haberini yaydı ve Muş’a doğru ilerleyerek Malazgirt Ovası’nın doğusunda ordugâh kurup savaş hazırlıklarına başladı. Roma ordusu, Alparslan’ın planladığı gibi Selçuklu ordusuyla Rey şehrinde karşılaşacağını düşünerek sefer istikametini kesinleştirmişti. Sultan Alparslan, töre gereği bir heyet hazırlayarak komutanlarından Sav Tigin’le birlikte Romen Diyojen’e elçi olarak gönderdi. Alparslan elçilerini Roma ordusunun işine gelmeyecek bir barış teklifinde bulundu. Zira bu teklif esasında başlı başına bir barış amaçlamıyor, bir bakıma zaman kazanmak, iletişim kurmak ve düşmanın tavrını ölçmek amacı taşıyordu. Tahmin edildiği gibi Romen Diyojen, Selçuklu elçilerini hafife alıp onlara “Sulh müzakerelerini Rey’de yapacağım. Ordumu İsfahan’da kışlatıp Hemedan’da sulayacağım.” demiştir. Selçuklu elçileri de “Atlarınızı Hemedan’da kışlayacaklarından ben de eminim, fakat sizin nerede kışlayacağınızı bilemiyorum.” demiş, taraflar karşılıklı tehditlerle birbirlerini ölçmüş oldular. Artık Malazgirt Savaşı’nın gerçekleşeceği kesinleşmiş, hatta savaş stratejileri bile netleşmiştir. Sultan Alparslan artık tüm hazırlıklarını tamamlamıştır.
Türk’ün Başbuğ’u Sultan Alparslan mukadder savaşa hazırlanırken, Buharalı İmam Cafer Muhammed: “Ey sultan sen Allah’ın başka dinlere zafer vadettiği İslamiyet uğrunda cihat yapıyorsun. Bütün Müslümanlar minberde sana dua eylediği cuma günü savaşa giriş; ben Allah’ın zaferi senin adına yazdığına inanıyorum.” diyerek bir keramet müjdesi vermiş ve Alparslan’ın maneviyatını yükseltmiştir. Halife de bu münasebetle camilerde okunmak üzere şu ibareler ile başlayan tarihî bir dua ve hutbe metni göndermiş: “Allah’ım! İslam’ın sancaklarını yükseltmek için hayatını esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma. Alparslan’ı muzaffer kıl ve askerlerini meleklerine ye’yid eyle.” demiştir.

Tarih 26 Ağustos 1071
Askerlerini toplayan Alparslan atından inmiş ve secdeye varmış: “ Ya Rabbi! Azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Rabb’im! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!”  duasıyla derin imanını belirtmiş sonra askerlerine dönerek: “Burada Allah’tan başka bir sultan yoktur. Emir ve kader onun elindedir. Bu yüzden benimle birlikte savaşmakta veya benden ayrılmakta serbestsiniz.” der.
Bu sözlerinden sonra askerler hep bir ağızdan:  “Asla emirlerinden ayrılmayacağız.” derler.
Sultan Alparslan beyaz kefenini giyip eski Türk usulüne göre atın kuyruğunu bağlayarak son hitabını yapar: “Ey askerlerim! Eğer şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra Melikşah’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.”
Alparslan cuma günü Türk’ün tarihine yön verecek olan Malazgirt Meydan Muharebesi’ni başlatmış ve Anadolu’nun kapılarını Türk milletine sonuna kadar açmıştır.
26 Ağustos 1071’den tam 851 yıl geçmiştir.Türk’ün Başbuğ’u Mustafa Kemal Atatürk belki de hayatının en zorlu mücadelelerinden birini az sonra verecektir. Devlet 1911’den beri 11 yıldır savaştadır. Ordu yorgundur, cephane kısıtlıdır. Yunan askeri İngilizler ile beraber Afyon-Eskişehir eksenine güçlü bir savunma hattı oluşturmuştur. Savunma hattı bir an önce kırılıp geçilmezse Türk ordusunun ne cephanesi ne de gücü bu savaşa yetecektir. Bu nedenle düşmanı tek vuruşta imha etmek ve Anadolu’dan atmak gerekmektedir.
Yapılacak olan taarruzun düşman tarafından fark edilmemesi için çok gizli olması gerektiğini bilen Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da çay partileri düzenletiyor, futbol maçları organize ediyor, bir yandan da savaşın son hazırlıklarını yapıyordur.
Başbuğ Atatürk’ün planı saat gibi işlemekteydi. Yapmış olduğu agresif savaş planı işin ne kadar ciddi olduğunu gözler önüne sermekteydi. Savaş planına göre cephe ikmali mümkün olmayacak ve cephane biterse kılıç ve süngüler ile savaşa devam edilecekti. “ Cephanemiz biterse ikmali düşmandan yaparız.” demişti Atatürk. Bu kararlılığın zaferi kaçınılmazdı. Eğer savaş kaybedilirse Başbuğ Alparslan’ın hediye ettiği topraklar kaybedilebilirdi. Atatürk derin tarih bilinciyle bunu biliyordu.
Atatürk’ün zafere giden tek yol olarak gördüğü plan ters cephe planıydı. Yani taarruzdan bir gece önce ordunun neredeyse tamamı mevzileri terk ederek yer değiştirecekti.Bu durum fark edilirse koca ordu hareket hâlinde hazırlıksız yakalanır ve bir gecede imha olabilirdi.
25 Ağustos günü ordu sessiz bir şekilde yer değiştirdi. Bombardıman sisten dolayı planlanan saatte başlayamadı. Ve sis dağılmıyordu...
Atatürk oldukça stresli görünüyordu.
O dakikalarda Allah’a sığınıp “Ya Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et! Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme!" sözcükleri dudaklarından dökülmüştü.
26 Ağustos 1922 günü sabah saat 05:30’da Türk topları sessizliği bozdu.
Türk askeri Afyon'a kadar girmişti. Mustafa Kemal, karargâhını derhâl Afyon'a aldırdı. Savaşın içinde olmak istiyordu. Taarruzun adı Kurt Kapanı'ydı! Gitgide Yunan ordusu çevreleniyordu.
Atatürk ateş hattından "Hagi Anesti! Gel de ordularını kurtar!" diye haykırıyordu. Bu söz Başbuğ Atatürk’ün ve Türk ordusunun zaferinin ayak sesleriydi.
Ağustos'un 30. günü Yunan ordusu imha edildi ve kaçmaya başladı. Bu nedenle Atatürk o tarihî emrini verdi: Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir! İleri!
Yunan ordusu İzmir’de denize döküldü.
Başbuğ Sultan Alparslan’ın emaneti Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk tarafından aynı ruh ve akıl ile korunmuştu.
Ruhları şad olsun...Milletimiz var olsun...